Derleniş Yayınları Devrimci Standını Adana Halkıyla bir kez daha buluşturdu!
Derleniş Yayınları olarak Adana’da 13. Çukurova TÜYAP Kitap Fuarı’nda okurlarımızla bir kez daha buluştuk. Halkımızın fuarın tek devrimci, kızıl standı olan Derleniş Yayınları’na ilgisi fuar boyunca artarak devam etti. Maalesef üzülerek söylüyoruz ki fuara ilerici, devrimci yayınların gel(e)memesi, meydanı gerici yayınevlerine bıraktı. Bu karanlık rüzgârda Derleniş Yayınları’mızın standı adeta bir kızıl şafak gibi doğdu.
Standımıza yoğun ilgi gösteren gençler, işçiler, öğrenciler ve kadınlarımızın standımıza koşarak “burası benim yerim” diyerek gelmesi görülmeye değerdi. Fuar boyunca edindiğimiz ilişkiler, “iyi ki burada bizlerlesiniz” diyen insanlarımız bizim için en gerçekçi kazanç oldu. Partimiz HKP’yi ve Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’yı insanlarımıza anlattık ve tanıttık. Her yaştan insanımızın bizleri tanıyarak bizlere selam vermesi, “HKP’li dostlar” diyerek karşılaması da bizler için kavgamızın haklılığını tüm susuş suikastlarına ve perdelemelere rağmen gösterir nitelikteydi.
AKP’giller’in eğitimi içine düşürdükleri Ortaçağcı, gerici anlayış neticesinde oluşturdukları sorgulamayan, aklın özgürce kullanımına prangalar vuran gerici eğitim anlayışının fuarı çeşitli okullardan kafile şeklinde ziyaret eden öğrencilerin üzerinde yaratmış oldukları etkilerini gözlemledik. Standımızı ziyaret eden öğrencilerin “bu kitap ne kadar? Aradığım kitap buydu” şeklinde büyük bir heyecanla standımızdan aldıkları kitapları daha sonra öğretmenlerinin müdahale etmesiyle, standımıza kitabı satın alan öğrencisiyle gelerek alınan kitapların öğretmenler tarafından iade edilmek istenmesiyle karşılaştık. Stant görevlisi arkadaşlarımız olaya müdahale ederek, her insanın kendi özgür iradesiyle kitap alabileceğini ve buna müdahil olunmasının gerçek bir eğitim olmadığını, tam aksine sorgulayan ve düşünen nesiller yetişmesinin önündeki büyük bir engel teşkil eden ve öğrencileri de zan altında bırakan bir durum olduğunu aktardı. Stant görevlisi arkadaşlarımız bir kez daha öğrenciye “bu kitabı almak istiyor musun?” diye sorduktan sonra kitabı almak isteyen öğrenci okurlarımıza kitabı tekrar verdiler. Yaşadığımız bu durum AKP’giller’in eğitimi ne noktaya getirdiğini ve “Kindar ve dindar nesil” oluşturma gayretinde olduklarını bir kez daha teşhir etmiş oldu.
Derleniş Yayınları olarak, Partimiz HKP’nin Genel Başkanı Nurullah Ankut’un Türkiye’nin içine düşürüldüğü karanlık günlere dair yapmış olduğu tespitleri içeren kitaplara Adana Halkının ilgisi oldukça yüksekti. Özellikle Nurullah Ankut’un 15 Temmuz Ganimet Paylaşım Savaşı’na dair belgeleriyle her iki Ortaçağcı gerici gücün ülkemize ihanetlerini, verdikleri zararları ortaya koyduğu Kanunsuzlar 1-2-3 seri kitabımız ve MİT TIR’ları Davası kitaplarımız Adana Halkının yoğun ilgisiyle karşılandı. HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut’un yeni çıkan “İnsan Olarak Ölmeyecekler” ve “Kıvılcımlı’yı Anlamamak” kitaplarını ilk defa Çukurova TÜYAP Fuarında okurlarımızla buluşturduk.
Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı’nın Türkiye’nin orijinalitesini ve sınıf yapısını inceleyerek bizlere bıraktığı teorik miraslarından oluşan kitaplarını okurlarımızla bir kez daha buluşturmanın gururunu yaşadık. Devrimler Kartalı Lenin’in de söylediği üzere “Her ülkenin devrimcisi kendi ülkesinin özgün koşullarına göre teori üretmelidir.” prensibiyle Türkiye’nin özgün koşullarını bilincimize çıkaran Kıvılcımlı Usta’yı Türkiye Devrimi’nin Önderi yapan gerçeklik de budur. Marks-Engels Ustaların ömürlerinin yetmemesinden dolayı Antika Tarihi derinlemesine araştıramamaları ve gün yüzüne çıkaramamaları durumunu gören, bilen Hikmet Kıvılcımlı Usta, “Tarih Devrim Sosyalizm” Anıt Eseriyle Marks-Engels’den sonra insanlığın kurtuluş bilimi olan Marksizm’e katkı yaparak onu geliştirmiş ve ileriye taşımıştır. Bu sayede Hikmet Kıvılcımlı, Usta olmuştur Antika Tarihin üzerindeki peçeyi kaldırarak.
Genç okurlarımızın “Kısaca Marksizm Düşünüşü”, “Diyalektik Materyalizm”, Üretim Nedir?”, “Genel Olarak Sosyal Sınıflar ve Partiler”, “Türkiye’de Sınıflar ve Politika”, “Finans Kapital ve Türkiye”, “Devrim Nedir?” gibi Kıvılcımlı Usta’nın temel eğitim kitaplarına ilgileri fuar boyunca artarak sürdü.
Fuarın son günü olan 12 Ocak’ta Çukurova TÜYAP Akdeniz Salonunda 12.00 – 13.00 saatleri arasında yöneticiliğini Ayşe Küçükosmanoğlu’nun yaptığı ve Adana Baro Başkanı Av. Veli Küçük ve Ankara Barosu Üyesi, HKP Ankara İl Sekreteri Av. Doğan Erkan’ın birer konuşma yaptığı “Cumhuriyet Hukukundan, OHAL ve KHK Rejimine…” konu başlıklı söyleşimize 100 civarında insanımız katıldı. Halkımızın söyleşiye ilgisi oldukça yüksekti. Yönetici Ayşe Küçükosmanoğlu’nun sözü Adana Baro Başkanı Av. Veli Küçük’e bırakmasının ardından söyleşi başladı.
Adana Baro Başkanı Av. Veli Küçük, “97 yıllık cumhuriyet kazanımlarının ürünü tüm demokratik haklar ve özgürlükler tek tek ortadan kaldırılmaktadır.” dedi.
Adana Baro Başkanı Av. Veli Küçük konuşmasının devamında “Hâlâ bu ülkenin aydınları, akademisyenleri, insan hakları savunucuları, sorunlara duyarlı yurttaşları, düşüncelerini açıkladıkları için soruşturmalara uğramakta, haklarında davalar açılmakta, hatta hayatlarının bir bölümünü hapishanelerde geçirmek zorunda kalmaktadır. Düşüncelerinizi açıklamaktan ve hukuki haklarınızı korumaktan çekinmemeliyiz. Türkiye’nin daha demokratik bir ülke olması yolunda toplumumuza ve yurttaşlarımıza önemli rol düşmektedir.” ifadelerini kullandı.
Küçük ayrıca, HSK’nın yapısı değiştirilmediği takdirde, adına yargı reformu denilecek düzenlemenin yapılamayacağını, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığından bahsedilemeyeceğini belirtti.
Ankara Barosu Üyesi, HKP Ankara İl Sekreteri Av. Doğan Erkan, başka bir dünya ve başka bir hukukun mümkün olduğunu belirtti.
İnsan hakları ve hukuk devletinde büyük geri sıçrayış, OHAL ile kalıcılaşan düşman ceza hukuku rejiminden bahseden Av. Doğan Erkan, birey ile devlet arasındaki ilişkiler ve karşılıklı hak ve ödevler arasındaki göreceli denge sorununun, bugüne değin “ceza hukuku” diye nitelendirilen hukuk dalında, çarpıcı biçimde ortaya çıktığına değindi.
Bu hukuk dalının çerçevesinde birey, bir yandan kendi bağımlılığının en belirgin anlatımını bulurken, devletin de öte yandan kendi istencini benimsetmek için, en etkili araçların arayışı içinde olduğunu söyledi.
Sözlerine devam eden Av. Doğan Erkan, şunları söyledi:
“Burada her şeyden önce, hukuksal olmaktan çok, siyasal alanda etkin olan evrensel bir eylemin değerlendirmesini yapmak daha tutarlı olacaktır.
“Bu alanda, yani birey ile devlet arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi ya da yetkin bir dengenin araştırılıp kurulması kaygısı, yüzyıllardan beri düşünürleri, hukukçuları ve siyasetçileri, ilkin bu sorun üzerinde durmaya zorlamıştır.
“Bir başka deyişle, devlet gücünün en çarpıcı anlatımı olan “cezalandırma hakkı” ve bu doğrultudaki “ceza” kavramı, bunun sonucu olarak da toplumsal iradeye, yani yasal metinlerin buyruklarına karşı işlenmiş suçlar nedeniyle “cezai sorumluluk” ilkesi üzerinde insanları kafa yormaya itmiştir.
“Toplum savunması, insan ve toplumsal varlık olarak bir kez bireyde yoğunlaşmayagörsün; artık bugün olduğu gibi, ceza yaptırımı sonucuyla sınırlandırılamaz. O artık çok daha iyi ve çok daha akılcı olarak, toplum savunmasıyla birlikte suç öznesinin iyileştirilmesine, topluma dönmesine ve özellikle bireyi topluma karşı kışkırtmış olan nedenlerin önlenmesine yönelik olmak zorundadır.”
“Bireysel ve toplumsal genel iyiliğin-erincin etkinliğine ulaşmak için “toplum yaşamına karşıtlığa” karşı eski savaşımı aşan “Toplumsal savunma politikasının” en geniş anlayışını saptamak yolundaki önerimiz iyiden iyiye doğrulanmaktadır” diyordu idealini ortaya koyarken, Kapitalist ülkeler hukuku liberalizasyonuna açılım sağlayan bu toplumsal savunma ceza hukuku. Liberalizasyonun başlangıç momenti için tarihsel imkan bulduğu İkinci Paylaşım Savaşı nihayetinde Faşizm yenilgisinden sonraki inşa süreci iki konjonktürel kırılma yaşadı: Bunların ilki analitik hukuk karşısında “emekçi sınıf” eksenli, insanın eylemli doğası (Praksis) alternatifini koyarak, burjuva hukukunun liberalleşme dinamiklerini zorlayan bir karşı devinim olarak Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve tek kutuplu dünya hegemonyasının açılışı; ikincisi ise burjuva hukukunun kendi taahhütlerinin reddiyesine sebep olan 11 Eylül…
“11 Eylül saldırılarından sonra, 19. Yüzyıl ile start alan “hukuk devleti” hülyasının terki 1990’larda tek kutuplaşan ve yakın “tehdit”ini yitiren Batı’nın “küreselleşme” yönelimiyle başladı. Hukuk devleti taahhüdünün parçası olan toplumsal haklar/toplumun hakları, sermayenin merkezileşmesi önünde bürokratik bir engele dönüşmeye başlamıştı.
“Ancak batı egemenlerine yeni bir dönüşüm enstrümanı olacak politik düşman ve fırsat gerekiyordu, bulundu: 11 Eylül saldırısı… ABD bu süreçte tüm ceza usul hukukunu ve terör hukukunu değiştirdi. 200 bin kişi “terör bağlantısı” sebebiyle izlenmeye ve dinlenmeye başladı. Terör bağlantısı (daha sofistike adlandırmayla: iltisak) kavramı ABD’de ilk kez geliştirildi. Bu bağ, doğrudan terör örgütleriyle ilişkili olan süjelere tedbir alınmasından çok daha geniş bir halka içinde, bu süjelerle irtibatı olan kişilerin de takibine imkân veriyordu.
“Örneğin Müslümanların yaşadığı bir mahallede, El Kaide bağlantısından şüphelenilen bir bakkal dükkanından alışveriş yapan diğer mahalleli Müslümanlar da bu “bağlantı” kategorisine girebiliyordu. Bu 200 bin kişinin tüm elektronik haberleşmelerinin takibine dayanan yeni adli rejim, istihbarat sistemiyle iç içe ve esasen onun bir parçasıydı artık. Adli rejim, bir siyasal istihbarat rejimine dönüşmüştü. El-Kaide saldırıları ve sonrasında IŞİD saldırılarıyla bu sarkaç Avrupa ülkelerine sırayla uyarlandı.
“Bu süreci, 11 Eylül minvalli ABD güvenlik hukukuna geçiş dinamiklerini ve bunun zorlayıcı yansımasıyla Avrupa OHAL’lerine uygulanışını etüt eden Jane Claude Paye, Türkiye örneğinden önce anlatmıştı.
“İlk terörle mücadele yasaları siyasal alandan şiddet eylemlerinin bütününü dışlamaya izin verirken daha yeni yasalar daha çok siyasal alanı tekrardan tanımlarlar. Terör olarak belirlenen eylemlerdeki siyasal karakter aksine alınan önemlerin özgürlükleri öldürücü doğasını haklı gösterir. Fakat bu eylemler toplumsal talepleri taşıdıklarından değil, devletin istikrarını bozmaya yatkın oldukları için böyle tanımlanırlar. Siyaset, iktidarın siyasal örgütlenmesine indirgenir. İktidar kendisini yine kendisine göre tanımlar ve kendisinden kısmi olarak dışarıda olanların tüm siyasal ifadelerini inkâr eder. Böylece halkın siyaset yapması yahut iktidarın siyasal programı dışında bir siyaset yapılması doğrudan veya dolaylı olarak engellenir.
“Bu ara tespiti –aslında esasa ilişkin ve çok çetrefilli bir epistemolojik tespit olmakla birlikte bu konuşmanın bağlamında ara aşamada kalan tespiti – ifade etmeden güncel soruna geçmek bilimsel metodolojiye uygun olmama riski taşıdığından kısaca değinerek yapmayı gereksindik. Gerek normatif/analitik hukuk ekolünün, gerekse öncesinde Pound, sonrasında Fuller ile rönesans yaşayan ve ceza hukuku alanında Gramatica ile kendisini devam ettiren çağdaş doğal hukuk ekolünün bu soruya verdiği yanıtların, gerçek toplumsal ilişkiyi tarif etmediği düşüncemizi ifade etmemiz gerekir.
“Normativistlerin (pozitif hukuk) otoritesi Kelsen’le birlikte hukukun sosyolojik bağının reddiyesi üzerine kurulan ekolü, YDD hukukpolitik rejimini de, onun dizgesindeki değişimi izlemeye olanaklı araçları da, teknik indirgemecilikle ve ustalıkla örterken; en doğrudan pozitif hukukçu Austin “hukuk bir iktidar faaliyetidir” tanımıyla bile bunun meşrulaştırılmasıyla ilgilenmektedir: “Hukuk politik üstler tarafından, politik astlara yönelik çıkarılmış kurallardır.
“Hukuk ve sosyoloji, hukuk ve etik bağlarını kurmaya çalışan ve bunu doğal hukuk kategorisi içinde ve fakat bu “doğal”lığı tarihsel öncellerinden farklı olarak totaliterci homojenlik dışında yorumlamaya gayret eden Pound, Fuller, Neumann ve takipçileri dahi; Düşman Ceza hukukunun karşısındaki tutumlarına rağmen, doğal hukukun toplumdaki eşitsizlikleri eşit gösterme mistifikasyonunu aralamayı başaramamışlardır. Kısacası doğal hukuk, yoksulluktan türeyen radikal talepler söz konusu olduğunda, devlet mantığıyla hiçbir zoru olmadığını, dahası onunla uyum içinde bulunduğunu gösterir.
“Toplumun, gerçekte tarihsel pozisyonları, çıkarları ve “hukuk”ları zıt olan sınıflardan oluştuğu gerçeği üzerinden kurulan – ve halen kurulmakta olan – Marksist devlet ve hukuk teorisinin takipçileri Engels-Lenin-Pashukanis-Stucka-Gramsci-Althusser-Poulantzas önermeleri ise devlet-iktidar-hukuk-toplum ilişkilerine dair daha güçlü, daha gerçekçi başlıklar ve imkanlar sunmaktadır.
Stucka’ya göre “hukuk, egemen sınıfın çıkarlarıyla örtüşen ve onun sistematik şiddetini/iktidarını muhafaza eden bir toplumsal ilişkiler sistemi ya da düzenidir.
“Buna göre bir iktidar politik tekniği olarak hukuk, hem devletin “baskı aygıtı” hem de “ideolojik aygıtı”dır. Bu aygıt hem “zor” hem “rıza” örgütler. Althusser “işçi sınıfının egemen ideolojiye itaatinin yeniden üretiminin garantiye alın”dığını savunur.
“Erken dönem ve geç dönemlerindeki yaklaşım farklılaşmalarına rağmen Poulantzas da paradigmal olarak bu düşünceyi takip eder ve pratik bazı imkanlar arar. Hukuku “güç ilişkilerinin maddileşmiş yoğunlaşmasının aygıtları” olarak tanımlar.
“Özerk” istisna anları/alanları tartışması ise yine bu konuşma sınırlarında ele alınamayacak oranda geniş bir tartışmadır. Kanaatimizi ifade etmek gerekirse, belirlenimci genel teoriyi kabul etmekle birlikte, sınıflardan özerk kimi “hukuksal” anları ya da sınıflar arası denge kuran istisnai “ortak alan”ları gösteren hukuksal kategorileri reddetmediğimizi ifade etmeliyiz.
“Bu ara tespitimizin amacı, 2000’ler sonrası “Düşman Ceza Hukuku”na büyük geri sıçramadan önceki burjuva devlet hukukunun en liberal halinin dahi mistik ve örtük olarak kendi düşmanlarına karşı korunma ve ideolojik/politik iktidar kurma araçsallığı taşıdığı, hatta bu araçların ana taşıyıcı olarak kurumlara ve usullere kavuşturulduğu bir formu olduğunu kabul etmemize rağmen, artık başka bir “yeni” olgu-durumu göstermeye odaklandığımızı söylemektir.
“Düşman Ceza Hukuku, Burjuva Devlet Hukukunun dahi taahhütlerinin ve egemen sınıf blokajında da olsa “adil” yargılama ve “yurttaş” yargılanması usullerinin geri alınmasıdır. Bu yalnızca bir nicelik farkı değil, bir nitelik farkıdır.”
Söyleşimiz soru-cevap şeklinde devam etti. Söyleşinin Yöneticiliğini yapan Ayşe Küçükosmanoğlu, kapanış konuşmasını yaparak, dinleyicilere teşekkür etti. Ayşe Küçükosmanoğlu, “Hukuk Halkın İktidarının Hukuku oluncaya kadar mücadeleye devam…” diyerek söyleşiyi kapattı.
Dinleyicilerimize söyleşi bitiminde Halkın Kurtuluş Yolu Gazetesi’nin 143’üncü sayısını ulaştırdık.
Ankara Baro Üyesi, HKP Ankara İl Sekreteri Av. Doğan Erkan yeni kitabı “OHAL KHK Rejiminin Eleştirisi ve OHAL ile Kalıcı Olarak Dönüşen Ceza Hukuku Rejimi” adlı kitabını Derleniş Yayınları standında okurlar için imzaladı.
13 Ocak 2020
Adana’dan Kurtuluş Partililer