22 Nisan’da başlayan TÜYAP İzmir Kitap Fuarı’nda 25 Nisan günü Derleniş Yayınları tarafından “Ege’deki Adalarımıza Ne Oldu?”konulu bir konferans düzenlendi.
YARSAV Kurucu Başkanı Av. Ömer Faruk Eminağaoğlu ve HKP Genel Sekreter Yardımcısı, İzmir İl Başkanı Av. Tacettin Çolak’ın konuşmacı olduğu konferansa ilgi büyüktü. Salonda bulunan sandalyeler yetersiz kalınca diğer salonlardan sandalye takviyesi yapılmasına rağmen onlarca kişi konferansı ayakta takip etmek zorunda kaldı, katılımcıların konferans salonunun kapısından dışarıya kadar taştıkları göze çarptı.
Konferansta ilk olarak söz alan Av. Ömer Faruk Eminağaoğlu ülkesinin sınırlarının nereden başlayıp nerede bittiğini bilmeyen bir devlet düşünülemeyeceğini belirterek, Türkiye’nin Batı’daki sınırlarının belirsizliğine dikkat çekti.
“2004 yılına kadar Türkiye’nin Batısında sınırlarının ne olduğu net olarak ortada iken 2004’ten bu tarafa Ege Denizi’nde kendi egemenlik alanımızdaki 18 ada ve 1 kayalık bir anda Yunanistan egemenliği altına girdi. Yunanistan’a bu cesareti veren bu duruma gerekli tepkiyi vermeyen hükümetten kaynaklanıyor.” diyen Eminağaoğlu, Adalarla ilgili süreçte 1923 yılındaki Londra Anlaşması’nda net olarak bu adaların Türkiye sınırlarında kabul edildiğini ve Lozan Antlaşması’nın 12. ve 15. Maddelerinde de bunun açıkça ortaya koyulduğunu söyledi.
Buna rağmen Yunanistan’ın 2004 yılından itibaren bu adaları işgal ettiğini söyleyen Eminağaoğlu, bu işgal ile ilgili siyaseten sorumlu olanların hesap vermesi gerektiğini, Adaların işgaline tepki vermemenin, işgal karşısında gerekli hukuksal tepkiyi koymamanın Türk Ceza Yasasına göre suç olduğunu dile getirdi.
Adaların İzmir, Aydın, Muğla illerinin sınırları içinde kaldığını ve dolayısıyla bu bölgelerdeki mülki makamların da sorumluluğu olduğunu belirten Eminağaoğlu, bu işgallere karşı Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri Ümit Yalım’ın ve HKP’nin çalışmaları olduğunu, ancak Türkiye’deki hukuk sistemindeki engellerden kaynaklı sonuç alınamadığını söyledi.
“İktidara yönelik egemenlik haklarıyla ilgili sorumluluk doğuran her türlü konuda her türlü hukuksal ve demokratik adımı atmaktan asla geri durmamak gerekmektedir. Ege Adaları da bunlardan birisidir ve en önemli konuların başında gelmektedir. Bu noktada sadece iktidarı eleştirmek değil somut adım atmak da gerekir. Hukuksal başvuruların yanında demokratik eylemler de bunun içerisindedir” diyen Eminağaoğlu, iktidarın kendini savunamama pozisyonunda olduğunu vurgulayarak, ülkenin topraklarından vazgeçmenin mümkün olmayacağını, iktidarın böyle bir adımının da asla sonuç doğuramayacağını, yapılması gerekenin iktidardan hesap sormak olduğunu belirtti.
Ardından söz alan Av. Tacettin Çolak da, AKP’giller’in ve Kaçak Saraylı Reislerinin işgal edilen Ege Adaları konusunda ölü taklidi yaptığını dile getirerek “Vatan toprağımızın işgal edilmesine ve buna da 13 yıldır sessiz kalınmasına itiraz ediyoruz. Tayyip Erdoğan’ın ikide bir laf atarak küçümsediği 27 Mayısçılar ne yapmış biliyor musunuz 1964’te? 1936’da Yunanistan kara sınırlarını 6 mile çıkartıyor, o zamana kadar Türkiye’den bir karar yok. Ancak 27 Mayısçılar geliyor, gerçekten ulusal bilinç ulusal onur taşıyan o insanlar devletlerarası hukuktaki karşılıklılık ilkesi gereğince Türk karasularını da 6 mile çıkartıyor” diyerek, Tayyip Erdoğan’ın İnönü ve Atatürk’ü de işin içine katarak, utanmazca, yalan söyleyerek Lozan’da verildi dediği Adaların aslında Lozan’dan 10 yıl önce İtalya’yla yapılan Uşi Anlaşması’nda teslim edildiğini belirtti.
“Ulusal onurumuzu bu siyasi iktidar kadar ayaklar altına alan başka bir iktidar olmamıştır Türkiye’de” diyen Çolak, 2015 Mart ayında Çeşme’den ilk başvurunun yapıldığını ancak savcının suç duyurusundaki şüpheli Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu isimlerini görünce paniklediğini ve dilekçeyi almadığını, yapılan itirazlardan sonra basına açıklama yapılacağından korktuğu için kabul etmek zorunda kaldığını ve aceleyle bir takipsizlik kararı verildiğini belirtti.
Vatanın topraklarının işgal edildiğini, buna sessiz kalmanın vatana ihanet suçu olduğunu vurgulayan Çolak, Anayasa Mahkemesine de gidildiğini ve orada da başvurunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde ihlal edilmiş bir hak olmadığı gerekçesiyle reddedildiğini belirtti. Didim’de, Bodrum’da da başvurularda bulunulduğunu söyleyen Çolak; emperyalistlerin mazlum halklar üzerindeki katliamları, yağma ve talanlarının aracı olarak kullanılan, Ortadoğu’da milyonlarca Müslümanın kanını dökülmesine seyirci kalan Birleşmiş Milletler’in iç hukukuna göre bile Yunanistan’ın suç işlediğini ve bu konuda Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne de başvuruda bulunduklarını belirtti.
Bu işin üzerine gitmeye devam edileceğini ve mülki amirler hakkında da işlemler başlatılacağını söyleyen Çolak “çünkü biz cesareti bir vatan olarak görüyoruz. Cesaretimizi, yani vatanımızı kaybettiğimiz anda her şeyimizi kaybederiz. Bizim insanımızın şu anda en büyük sorunu cesaret vatanını kaybetmesidir. 16 Nisan’dan sonra Hayırlarımızı hırsızlamalarına rağmen, bunu kendilerinin de adları gibi bilmesine rağmen cesaret vatanımızla ortaya çıkamıyoruz, arkasını getiremiyoruz. Bunun başka nedenleri de var. Bu cesareti göstermesi gereken ana muhalefet partisinin de bu suçta ortaklığı vardır. Çünkü bu ülke kolay kazanılmadı, kolay teslim edemeyiz. Toplum Ortaçağ karanlığına doğru gidiyor. Tek kişiye böldürecekler bu ülkeyi, ülkemizin Batısında bunun denemesini yapıyorlar. Doğu’ya gelecek Güneydoğu’ya gelecek sıra. Onun da haritasını yayınladılar biliyorsunuz. Bu nedenle sahip çıkmalıyız cesaretimize, haklılığımızın verdiği güçle hareket etmek zorundayız” diyerek, sonucu ne olursa olsun vatan topraklarına sahip çıkmaktan vazgeçmeyeceklerini vurguladı.
Sorumluların da hesap vermekten kurtulamayacağını dile getiren Çolak “o an geldiği anda da ya Çeşme’deki kaleye, belediye meydanına, ya Didim’deki Poseidon Meydanı’na ya da Bodrum meydanına kurulacak mahkemelerde yargılayacağız bunları. Bugünkü yasalarla yargılayacağız. Bu günkü mevzuatta bunun karşılığı var ama bu mevzuatı uygulayacak yürekli, cesaretli, hukukun üstünlüğüne inanan, vicdanının sesini dinleyen savcılar yargıçlar kalmadı. Onlar da bu suçu işliyorlar. Kurtuluşları yok.” diyerek konuşmasını sonlandırdı.
Konuşmaların sonunda söz alan katılımcılar, işgal edilen adalarla ilgili ne yapılabileceğine dair fikirlerini belirtirken bu konuda verilen mücadeleye daha fazla destek olma sözü verdiler. Coşkulu, heyecanlı bir şekilde yürütülen konferans aynı coşku ve heyecanla, işgal edilen adalarla ilgili mücadelenin yükseltilmesi sözleriyle sonlandırıldı.